Günümüz dünyasında 'en'ler, kimliğimizi tanımlayan sıfatlar haline geldi. Apple Cider Vinegar dizisindeki gibi, görünür olmak için 'en iyi', 'en kötü', 'en hasta' olmak gerekiyor. Ancak, sosyal medyanın etkisiyle, gerçeklik ve anlatı birbirine karıştı. Hastalıklar, acılar ve başarılar, sempati ve ilgi çekmek için kurgulanıyor. Gerçeklik yerine sempati, hakikat yerine anlatı tercih ediliyor.
Sosyal medyanın 'burnu' kaybettirdiği bir dünyadayız. Filtreler ve düzenlemelerle gerçeklik eğilip bükülüyor. Herkes, 'en'leri yarıştırarak dijital varlığını kanıtlamaya çalışıyor. Bedenler estetik kaygılarla yeniden şekilleniyor, algoritmalar tarafından onaylanmayan bedenler yetersiz kalıyor. İnsanlar, sosyal medya sayesinde kendilerini sürekli bir anlatının kahramanı olarak görüyor ve görünür olmak için çarpıcı hikayeler anlatmaya çalışıyor. Bu durum, sessizliğin ve mahremiyetin yerini, sürekli paylaşma ve görünür olma zorunluluğuna bırakıyor.
Sonuç olarak, modern birey, hem özel ve farklı olmak hem de herkes tarafından fark edilmek istiyor. Ancak, bu arayış, yeni bir çerçevenin içinde sıkışıp kalmamıza neden oluyor. İç ve dış, gerçek ve kurgu arasındaki sınırlar belirsizleşirken, özgürleşmek yerine yeni bir zorunluluk ortaya çıkıyor: Akışkan olmak, sürekli görünür kalmak. Ancak, belki de özgürleşmenin yolu, çerçevenin dışına çıkmak yerine, çerçevenin kendisini sorgulamaktan geçiyor.
